Erkekler Ağlamaz!

Tarihte kilometre taşı olmuş şahsiyetlerin göze çarpan özellikleri arasında babasız büyümek olduğunu biliyor muydunuz?

En bilinen peygamberlerden Hz Musa, daha doğumundan itibaren babasından ayrılmak zorunda kaldı. Hz İsa zaten babasız doğdu. Hz Muhammed daha doğmamıştı, babasını kaybettiğinde. Barışçıl aksiyon önderi Mahatma Gandi 16 yaşındaydı, babası vefat ettiğinde. Mustafa Kemal Atatürk 7 yaşındaydı aynı duruma düştüğünde. Değişimin ikonu haline gelen Barack Obama, babasından ayrıldığında 2 yaşındaydı. On birinci yüzyıl felsefesinde ve dini bilimlerde otorite olan Gazali de çok küçük yaşta kaybetti babasını. Fizik ve matematikte bütün zamanların en öncü isimlerinden biri sayılan Sir Isaac Newton doğmadan 3 ay önce babası vefat etti. Modern bilimin öncülerinden Albert Einstein 15 yaşından itibaren ailesinden bağımsız bir çizgide hayatını sürdürdü. Yirminci yüzyıl İslam felsefesinde çığır açan Said Nursi, 9 yaşından itibaren ailesinden ayrı bir çizgi çizmeye başladı. ABD’nin bugünkü haline gelmesinde büyük rolü olan Abraham Lincoln ile babasının yolları da yine ergenlik yıllarından itibaren geri kapanmayacak şekilde ayrıldı.

Rasyonel olarak düşününce, babasız büyümenin kişi üzerinde negatif etkisi olmasını beklersiniz; hele ki ataerkil bir toplumdaysa. Bir çocuğun içinde güven hissini uyandıracak, geleceğe ümitle bakabilmesini sağlayacak, kanatlanıp serbest uçmasını mümkün kılacak, aklına koyduklarını gerçekleştirmek için yol yordam gösterecek, keşif ve girişimlerinde destek ve garantör olacak bir babanın olmayışı, o kişinin kolunu kanadını kıracak bir durumdur. Peki, n’oluyor da, ezik olmak yerine tarihe imzasını atan şahsiyetlere dönüşüyor bu insanlar?

Meselenin çok yönü vardır mutlaka, ama çok şeyi açıklayabilecek bir husus var: yukarıda bir baba figürü hakkında çizdiğim pembe tablo, aşırı idealize edilmiş bir tablo. Gerçekte ise, baba figürüyle özdeşleşmiş olan otorite kavramı, çeşitlilik ve farklılaşma kavramlarıyla genelde iyi anlaşamaz. Otorite, kendi kontrolünün dışındaki gelişmelere izin vermez. Daha önceden denenmemiş ve dolayısıyla hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyleri denemek isterseniz, otoritenin bilgi sınırlarını aşıyorsunuzdur. Kontrol dışı olan bu durum, otoritenin gücünü sorgulanır hale getirebileceğinden istenmez. Otorite ve sevgi bir araya gelinceyse, çok daha kısıtlayıcı bir ortam oluşabilir, çünkü sevilen kişilere karşı ekstra koruyucu tavırlara girilmesi söz konusudur. Ve bu durumda, insanlığa çığır açacak yeniliklere yelken açmanız imkânsıza yakındır. İşte tam da bundan dolayı, otorite ve sevgiyi birleştiren baba figürünün olmayışı, yeniliklerin peşine düşecek girişimci ruhlar için serbest at koşturma imkânı sağlıyor.

Her ne kadar bu anlattıklarım baba özelinde olsa da, aslında cinsiyetinden bağımsız olarak otorite konumunda olan herkesin düşünmesi gereken bir mevzu bu. Ebeveynler, öğretmenler, şef mühendisler, idareciler buradan kendilerine ders çıkarabilirler. Mesela babayla ilgili çizdiğim o pembe tabloyu gözden geçirebilirler. Bu arada belki düşüncelere dalıp hem kendileri hem de çocukları için biraz ağlayabilirler. Ağlayınca da, umulur ki, anlayabilirler ve gelecek nesillerin önündeki en büyük engel olmaktan da kurtulabilirler.

 

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!